Gezi

 

Banu Erkmen  

Erzurum


“Memaliki Osmaniye’nin cümlesine şamil Amerikan mandaterliğini talep etmeyi Memleketimiz için en Naci Bir şekli hal kabul ediyoruz.” FAKAT BU ŞEKLİ HALİ KABUL ETMEDİ ERZURUM’LU ERZURUM’UN KIŞI ZORLUDUR BALAM BUZ TUTAR YİĞİTLERİN BIYIĞI, ERZURUM’DA KASKATI,DİMDİK OLUR ADAM KABULLENMEZ YILGINLIĞI....

Der şair, ‘Erzurum ve Sivas Kongreleri’ şiirinde Erzurum’un nasıl İstanbul hükümetine karşı durduğunu, Türk milletinin istiklal mücadelesine Erzurumlunun vurduğu damgayı anlatır.
Gezginsek bu âlemde, birde Evliya Çelebi atamızsa eğer, Erzurum çeşmelerinden su içmeden gezgin olunmaz dedik; yolumuz bu ay, toprağının sadece bereketli ürünler ve madenler değil, yiğit, kahraman, çalışkan, kula kulluk etmeyen onurlu insanlarda ürettiği dadaşlar diyarı Erzurum’a düştü.
M.Ö 2000-1200 yılları arasında Orta Asya’dan gelip buraya yerleşmiş olan Hurrilerin hâkimiyeti altında olduğu tarihi belgeler ile belgelenmiş Erzurum şehrinin adı ile ilgili söylentilerin en akla yatkın olanı Araplara aittir. Bildiğimiz gibi Araplar Türklere Rûm derlerdi. Şehri fetheden Araplar o sırada adı Arz olan şehre Arz-ı Rûm (Erzı-Rûm) derler. Arz-ı Rûm zamanla halk dilinde Erzurum olur. Sıra ile Hurri kökenli Urartuların, Asurluların, İskitlerin, Metlerin, Perslerin egemenliğine giren Erzurum, M.S. 395’te doğu Roma imparatorluğunun hakimiyetine girdi. Bizans Sasani mücadelesi ile geçen yıllarda Erzurum kâh Bizanslıların, kâh Sasanilerin eline geçmiştir. Sasanilerin Hz. Ömer’in ordularına yenilerek tarihten silinmesinden sonra, tarih tekerrür etmiş,bu sefer Erzurum Bizanslılar ile Araplar arasında gelgitlerine M.S 949’ a kadar tamamen Bizansın eline geçene kadar yaşamıştır.
Sendedir tarihin şerefli payı
Sendedir Selçuk’un ok, gürzü, yayı
Ata sende kurdu ilk kurultayı
Yiğitlik sırrını bilen Erzurum
Evet, yiğitlik sırrını bilen Erzurum 1080 yılında Selçuklular tarafından fethedilince yerli halkı olan Orta Asya kökenli Hurriler, Hazar Türkleri, Gürcü Türkleri ile Türk oğlu Türk egemenliğine girer. Selçuklu devletinin zamanla parçalanması beyliklerin kurulması sırasında Erzurum 1502’de çevresi ile Sefevi devletinin eline geçti. Yavuz Sultan Selim Çaldıran seferi ile Erzurum havalisini, Mısır seferi dönüşünde ise Erzurum, İspir ve diğer bölgeleri alır. Abbasiler 7. yy ın 2. yarısından itibaren bilerek mi yoksa bilmeyerek mi bilinmez ama; Erzurum’un çevresine akın akın Türkleri yerleştirmeye başlamışlardır. İleriki yıllarda büyük ölçüde Türkmen istilâları ve Oğuz Türklerinin, Selçuklu devlet adamlarının telkin ve önderlikleri ile bölgeye gelmeleriyle 250 yıldır bölgede bulunan Türkleri daha da güçlendirdi. Yavuz Sultan Selim’e şehrin zapt edilmesinde Türkler tüm kuvvetleri ile savaşarak yardım ettiler. Yine bilinmez ama, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran zaferi sonrası bölgede iken mi, yoksa İstanbul’a döndüğünde mi yazıp İsfahan makamında bestelediği;
Dün gece yâr hanesinde yastığım taş idi,
Altım toprak; üstüm yaprak yine gönlüm hoş idi..
Şarkısı bugün halâ dillerde. Eğer İstanbul’da yazıp besteledi ise akşam turunuzda şehrin az da olsa kalan kale ve surlarına giderseniz, güneşin batışında surlarda nöbet bekleyen bir yeniçerinin İstanbul’dan alıp getirdiği bu şarkıyı söylemekte olduğunu duyarsınız. Yeter ki akşamın kızıllığı surlara düşsün, ruhlara huzur veren bir sessizlik ortalığı kaplasın; gözlerinizi kapatıp bir kenara oturun ve bekleyin. Muhakkak ki yüreğinizden duyacağınız bu şarkının ilk mısralarını da siz hatırlayacaksınız.
Osmanlı devrinde sınır kenti olması nedeniyle Erzurum fazla miktarda yeniçeriye de ev sahipliği yaptı. Zamanla yeniçerilerin yerli halka eziyet etmesinden dengeler bozuldu ve Celâli isyanları başladı. İsyanlar kanlı bir şekilde bastırıldı ama pandoranın kutusu bir kere açılmıştı. Bu sefer Abaza Mehmet Paşa isyan etti; bölgedeki tüm yeniçerileri öldürttü. 1829 Rus işgaline kadar Erzurum sakin bir dönem geçirdi. Bu işgali atlatan Erzurum 1916’ da tekrar Ruslar tarafında işgal edildi. Bölgeye yerleşen Rus askerlerinin yerli halkın ermeni kesimi ile iyi ilişkilere girmesi savaş ortamında Türk ve Ermeniler arasında ki uçurumu daha da derinleştirdi. Bunun sonucunda Ruslar çekilirken silahlarını Ermenilere devrederler. İlişkilerin iyice kopması ve Ermenilerinde Ruslar tarafından silahlandırılması 12 mart 1918 e kadar sürecek oldukça kanlı ve toplu olarak Türk sivil halkın katledildiği dönemi tetikledi. Şehrin kurtarılmasından sonra imzalanan Mondros mütarekesi ile Ermenilere verilmek istenen Erzurum hemen kendisini toparlar, Anadolu’ya ve dünyaya Mondros mütarekesine teslim olmayacağının mesajını verir. Mustafa Kemal Paşa 3 temmuz 1919 da Erzurum’a gelerek çalışmalara başlar. 23 temmuz -7 ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum kongresini yapar ve İstiklal Mücadelesini başlatır. Atatürk’ e göre milli irade Anadolu’dan çıkacaktır. Bunun tespiti ise Erzurum’un Mondros mütarekesini tanımamamsıdır.
Zamana, doğaya ve savaşlara karşı yüzyıllarca mücadele eden Erzurum’un bugün sur ve kalelerinden günümüze çok azı kalmış iç kalesi büyük ölçüde kendisini korumasına rağmen dış kaleden kalan sadece kalıntılardır. İç içe Erzurum’u kuşatan 3 sur duvarları da aynı akıbete uğramasına rağmen hala 3 kapısı kısmen de olsa mevcuttur. Tebriz kapı, Gürcü kapı, Erzincan kapı, Yeni kapı, Kars kapısı, Harput kapısı, Kavak kapısı, İstanbul kapısından bugüne kalan Kars kapı, Ardahan kapı ve İstanbul kapısıdır. Erzurum kalesinin güneyinde bir saat kulesi, kulenin önünde ise ‘’Kırklar Türbesi’’ olarak anılan bir türbe mevcuttur. Halk arasında burada kaleyi ilk fetheden kırk Müslüman’ın yattığına inanılır. Saat kulesi 1174 yılında Saltuk Emiri İnanç Alp tarafından yaptırılmıştır. İç kale camisine minare ve gözetleme kulesi olarak iki amaca yönelik yapılan bu esere, 1856 kırım savaşında bir saat takılır. Adı bundan böyle Saat Kulesi olur.
Eski kent suruna bitişik Çifte Minareli Medrese Tebriz kapısı diye anılan yerdedir. Bir diğer adı Hatuniye Medresesidir. 1250-1275 yılları arasında yapıldığı sanılmaktadır. Bugün anıt müze olan medrese açık avlulu iki katlı kesme taştan yapılmıştır. Yüksek taç kapısı bitki desenli olup, ortasında bir sivri kemer içinde tepesi mukarnaslı kapı nişi yer alır. Taç kapısının iki yanında birer minare olup, şerefelerinden sonrası yıkık olan minarelerin gövdeleri bir sıra düz bir sıra firuze renkli sırlı tuğla ile ve onaltı dilimli olarak örülüdür. Minare kürsülerinin özelliği kabartma hayat ağacı desenleri olup ağaçların gövdesindeki bir hilâlden bir çift ejder figürü çıkmasıdır. Sağdaki hayat ağacının tepesinde ise çift başlı kartal arması yer alır. Girişte sağda üzeri kubbeli olan mescit olup, avluyu çevreleyen revakların arkasındaki iki katta hücre odaları bulunmaktadır. Girişin karşısındaki kümbetin ön cephesindeki iki tane insan başlı kanatlı pars figürü arasındaki çift başlı kartal arması, hurma ağacı kabartmaları tahrip edilmiştir. Çifte Minareli Medresenin yanında Ulu Caminin güneyinde ise Üç Kümbetler bulunur. Aslında Saltuklulardan kalma birbirine yakın dört kümbet olup bu kümbetlerde hiçbir yazı yada sanduka yoktur. En önemlisi Emir Saltuk kümbetidir. Kırmızı ve boz renkli kesme taşlarla yapılmış hayvan ve geometrik motifler ile süslüdür. Ayrıca Kars kapısında Gümüşlü Kümbet, Derviş Ağa Mahallesinde Karanlık Kümbet, Ulu caminin kuzeyinde Cimcime Hatun Kümbeti, Hasan Basri Mahallesinde Rabia Hatun Kümbeti diğer önemli kümbetlerdir.
İlhanlılar zamanında 14. yy. ın ilk yarısında yapılan Yakutiye Medresesi Cemaleddin Yakup tarafından yaptırılmıştır. Medrese taç kapısı ve çinili minaresi ile bir abidedir. 19. yy da top dökümhanesi olarak kullanılan medresenin batı cephesinin sağ ve sol cephelerinde birer minare ortada ise taç kapı yer alır. Minarelerin taç kapısı yerine kenarlarda oluşu medreseye kale görünümünü verir. Soldaki minare, medrese beden duvarının biraz üstüne kadar yükselir ki ya inşası yarım kalmış, yada yıkılmış olması muhtemeldir. Düz ve turkuvaz rengi sırlı tuğlalar ile geometrik geçmeler halinde örülmesi muhteşemdir.
Rüstempaşa Kervansarayı ise, çarşıda Menderes caddesi üzerinde halkın “Taşhan” diye adlandırdığı içinde tespih imalatçılarının bulunduğu 450 yıllık bir anıt. Tespih imalathanesi denince hemen aklımıza Oltu taşı geliyor. Erzurum taşı, seng-i musa, siyah kehribar gibi adlarla da anılan Oltu taşı, Oltu ilçesinin köylerinden çıkarılıyor. Madenlerden çıkartılan Oltu taşı küçük el tezgahlarında sabırla işlenip, tespih takı ve diğer süs eşyaları olarak vitrine çıkana kadar çok meşakkatli yollardan geçiyor. Oltu taşının dışında , her ne kadar öbür el sanatları teknolojiye yenilip kaybolmuşsa da kuyumculuk ve halıcılık tezgahları halâ çalışıyor. Bir de atadan kalma milli sporumuz cirit oyunları hala revâçta. Erzurum’lu ata sporu ciride sahip çıkmış her dilden, her telden tüm dünyaya tanıtmaya çalışıyor. Bunca gezmeden sonra yoruldunuz ve acıktınızsa, sırada ‘’Cağ Kebabı’’ var deyin sizlerde bizim yaptığımızı yapın ve Ali Koç’ a muhakkak uğrayın. O ne nefis şey öyle? Hani akıllara ziyan derler ya; aynen öyle. Eline sağlık Erzurum,eline sağlık Ali usta. Bu kadar gezdik, yedik çay içmek artık hakkımızdır. Kömür ateşinde semaver çayını içerken Erzurumlular ile sohbet ediyoruz. Bol kahkahalı sohbetlerin başlıca kahramanı yalanları ile ünlü Teyyo Pehlivan, Gullebi Turan ve kalender Naim Hoca. Allah hepsine rahmet eylesin. Tabii birde Nene Hatunu anlattırıyoruz ev sahiplerimize. İçimiz hüzünle doluyor. Ama bir yandan da gururluyuz.
Gerektiğinde hepimiz birer Nene Hatun değilmiyiz?
Karlı Palandöken dağlarının eteğine uzanmış, çilekeş Anadolu’mun çilekeş kadını gibi çilelerle dolu olmasına rağmen, tüm sıcaklığı ile bizi bağrına basan, kapılarını açarak konaklatan, acılarını çeyiz sandığında saklar gibi müzelerde saklayıp, bize sevinçlerini ve sevgilerini veren Erzurum’a bir daha selâm olsun.
Gönül hanenin bu denli genişliğine teşekkürler sevgili Erzurum.............




www.ufukotesi.com - 05 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.