Ufuk Ötesi gazetemizin 2005 Eylül sayısında “Gel de Metropolde Dâvâ Adamı Ol!” başlıklı bir yazı yazmış ve idealist aydının anlaşılabilme/yaşama imkânlarının vahşi kapitalizmin yayılmasıyla birlikte azaldığına dikkat çekmeye çalışmıştık. Kemal ağabey işte bu zorlaşan şartlarda gelip metropolde dâvâ adamı olmuş ve bu çizgisinden vefatına kadar ödün vermemiş ender şahsiyetlerden biriydi. O “Kolonizatör Türk Dervişleri”nin son numunelerinden biriydi. O, anlayış farklarının çok yoğun olduğu, kişilerarası iletişimin anlamaktan çok farklılıklar üzerinde durmaya ve yargılamaya dayalı olduğu bir ortamda hep göğüsleyen, hep kucak açan, hataları örten, olumlu hedefe dikkat çekmeye çalışan, birleştirici, bütünleştirici, köprü şahsiyet kimliğiyle ortaya çıktı. Türkiye, “Bey” ruhuyla ve sorumluluğuyla yaşayan böyle köprü şahsiyetleri çok arayacaktır. Kemal ağabey ile 1997’de, o yıl Gülhane parkında düzenlenen İletişim Fakültesi iftarında tanışmıştık. O günden ruhunu teslim ettiği güne hep o mütebessim çehresiyle, o mütevazı şahsiyetiyle hatırımızda tuttuk onu… Onu kaybettiğimizden beri en çok aklımıza gelen sahnelerden biri 2001 Şubat’ında Ahmet Kabaklı’nın cenazesi için bulunduğumuz Fatih Camii’ndeki karşılaşmamız oldu. Bizi karşısında görünce yine o güler yüz, yine o muhatabına değer verdiğini her hâliyle hissettiren parlak seciye… Ve yüzünden, bakışlarından belli olan “Bir sıkıntınız var mı?” suali…
KEMAL REİS’Tİ O…
Kemal Reis’ti o… 1980’lerin başında, öğrencisi olduğu İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen gençlere ağabeylik yapan bir Horasanlı Alperen’di. Türk Dünyasının Evliya Çelebisiydi o… Yıllarca esaret altındaki soydaşlarımızın meselelerini Türkiye’ye duyurdu. Kırım’dan Doğu Türkistan’a uzanan bir gönül köprüsü kurdu. Kemal Ağabey’di o… Kendisinden 15 yıl sonra İletişim Fakültesi’ne öğrenci olan bizlerin sorunlarına da çare bulmaya çalışan, hep başkalarının iyiliğini düşünen bir büyük yürekli adamdı o…
Rahmetli Kemal ağabeyin 5 bin cilt kitaptan oluşan bir kütüphanesinin olduğunu biliyoruz. Bunun anlamı ve yansıması nedir? İşte Kemal Çapraz gazetecilerden herhangi bir gazeteci değildir... Ülkemizde maalesef pek çok medya mensubu uzun yıllar süren meslek hayatlarında haber akışının merkezinde bulundukları için Türkiye’de olup biten her şeyin hafızalarına depolandığını düşünürler. Kemal Çapraz, sürekli yenilenmeye, geçiciliğe dayanan bu malumat bombardımanını milli tarih şuuru ve millî kültür merakıyla aşmıştır. Kemal Çapraz gazetecilikle millî kültürcülüğü birlikte yürütmüş ve arkasında işlenmeyi bekleyen önemli bir birikimi bırakabilmiştir.
ÜÇ ÖZELLİĞİYLE KEMAL ÇAPRAZ…
Bizce Kemal Çapraz, saygınlığını bir insanda kolay kolay bir araya gelmeyen üç önemli özelliğine borçluydu. Birincisi, Kemal Çapraz bilgiye, kültüre, kitaba inanan bir adamdı. İkincisi o derviş gönlünde saklı, daima gülen yüzüyle, ülkü için her zorluğa katlanan kararlılığıyla müthiş bir organizatördü, birbirini hiç tanımayan yüzlerce, binlerce insanı bir araya getirmişti. Onun iletişim gücü 25 yıldan bu yana hem İstanbul’un kalbinde ¬¬–Beyazıt’ta ve Babıâli’de–, hem de Türk dünyasında nice güzelliklerin ortaya çıkmasını sağladı. Üçüncüsü o her söylediği kelimeye dikkat eden son derece dikkatli üslubu ve her konuşmasında anlaşılan mütevazı karakteriydi. O rahat ettirmeden rahat edemeyen bir adamdı. Şimdi genel görünüme bakıp “neden olmuyor” diye düşünenler bu üç önemli özelliğin var olup olmadığına dikkat etmelidirler.
Dünyevileşmek ve organize olamamak bugün en büyük problemlerimiz… Kemal Çapraz dünyevileşmedi ve bütün anlayışsızlıklara, kopukluklara, had bilmezliklere rağmen hep aynı sıcaklığıyla insanları organize etmeye çalıştı.
Dünyevileşenler ve organize olmayı umursamayanlar, Kemal Çapraz’ın kıymetini asla anlayamayacaktır. Ayakları yere basan, haddini bilen insanları mumla aradığımız şu zamanda Kemal Çapraz’ın hayatından da cenazesinden de alınacak çok büyük dersler vardır.
44 YAŞINA TEVAZUSU İLE GELDİ…
Kemal Çapraz 44 yaşına kadar tevazusu ile geldi, hürmetiyle, hesapsızlığıyla, hep karşısındakinin ruh hâline dikkat eden hassas kişiliğiyle geldi. O mütevazı oldu diye kimse onu yok sayamadı. Çünkü çalıştı, okudu, üretti. O daima parlak, mütebessim ve umut aşılayıcı yüzüyle geldi. Bilgi üreterek, dostluklar tesis ederek geldi. İçinde yaşadığı zorluklar dolayısıyla morale ihtiyacı olan oydu. Ama hep o çevresine moral vermek zorunda kaldı. Bugün zamanı ve imkânı olduğu halde hiçbir şey üretmeyen; buna rağmen baş olma sevdasından kendini kurtaramayan, sıcak iletişim kurmak nedir bilmeyen, iç boşluğundan hız alan kibrini dik duruş ve delikanlılık olarak göstermeye çalışan gafillerin Kemal Çapraz’ın hayat tecrübesinden alacağı çok büyük ibretler vardır. Yeter ki “neleri bilmediğini bilen” bir idrak seviyesinde olunsun ve öğrenmeye/almaya kapalı olunmasın. En bilinen özellikleri kibir ve ben-merkezcilik olanların Kemal Çapraz’ın “yakın”ı olamayacaklarını biz biliyoruz.
Kemal Çapraz bize, ister dar ister geniş olsun belli bir zeminde/çevrede ön plana çıkmanın kibre, had bilmezliğe, yanlış bir özgüvene değil istikrara, devamlılığa, idealleri konuşmayı ve yaşamayı aynı çizgiyle yıllara yayabilmeye bağlı olduğunu göstermiş, öğretmiştir.
Kemal Çapraz’ın ölümünün “Bir Yalnız Savaşçının Ölümü” olmaması için, alperen ruhuyla/dünyevî hesaplardan uzak çalışma ve üretme yönteminin tasfiyesi anlamına gelmemesi için onunla aynı zemini paylaştığını iddia eden herkesin neyi yaşadığını, nelere değer verdiğini, neleri ihmal ettiğini, durup –hem de şöyle bir sağlam durup– düşünmesi gerekmektedir…
|